02 Mayıs 2020

Şahıs Zamirleri 1


Yürüyordum. Zembille düşercesine birkaç polis sağımda-solumda belirdi ve hemen saldırdılar. Ne olmuştu, kim ne yapmıştı bilmiyordum ama anında ters kelepçe takılmış, gözlerim bağlanmış halde bir araca bindirildim. Nedenini sormak için ağzımı açmıştım ki, kapatmam bir oldu. Ilık bir sıvının ağzımdan aşağı doğru aktığını hissettim. Polis merkezine getirdiler (yani öyle sanıyorum) ve tamamen soyunmamı söylediler. İtiraz ettim. Şu an kaç kişi olduklarını bilemesem de 3-5 kişi olduklarını tahmin ediyorum. Tekrar saldırdılar; biri kemerimi çözerken diğeri ayakkabılarımı çıkarmak gibi tarihsel bir "vatan görevi" ile meşguldü ama diğerleri de aynı "aşkla" vurmaya devam ettiler. Soymalarını engellemeye çalışırken her nasılsa gözümdeki bağ kayınca hepsinin yüzünü gördüm. Yüzüme-gözüme yumruklar yerken saydım: Dört kişiydiler! Onların yüzlerine bakarken biri hariç diğerleri yoğun bir ışığa maruz kalmış yarasa tepkisi gösterdi, yüzlerini kapatmaya çalıştı.

Hala ters kelepçeli olduğum için gücüm yetmemişti. Zaten kelepçesiz de olsam dört kişiye gücüm yetmezdi. Ayakkabılarımı, pantolonumu, külotumu çıkardılar ve kollarımın arasından bir demir boru geçirip iki dolabın üstüne koyarak havada kalmamı sağladılar. İşin doğrusu neden beni aldıklarını gerçekten bilmiyordum. Cinsel organıma ve sol ayağımın serçe parmağına birer kablo bağladılar. Birden dünyamın karardığını mı söylesem yoksa aydınlandığını mı söylesem bilmiyorum ama tüm bedenim tıka basa elektrik dolmuş, tabi ülkedeki elektrik kesintilerinin nedenini hemen anlamıştım. Ciğerlerim parçalanırcasına haykırdım. Soru sormuyorlar, kahkaha atıyorlar ve küfredip duruyorlar ama "suç"uma ilişkin tek bir şey söylemiyorlardı. Gözlerim açık olduğu için kabloyu izleyince küçük bir elektrik aracına bağlı olduğunu gördüm. Bana bağladıkları iki kablonun dışında da birçok kablo daha vardı.

Bir süre sonra (bedenim elektriğe alıştığı için midir, bilmiyorum) elektrik verdikleri halde haykırmam azaldı ve bir süre sonra hissediyor ama haykırmıyor hale geldim. 15-20 dakika sonra şefleri olan işkenceci bir diğerine hortumu getirmesini söyledi. Hortumla döveceklerini sanıyordum, yanılmışım. Ben yine askıda dururken tazyikli su canımı acıttı. Yakın mesafeden sıkıyorlardı ve buz gibiydi. Zaten mevsim olarak kıştı ve ben çıplaktım. Bedenimi tamamen ıslattıktan sonra hem elektrik verip hem su sıkmaya devam ettiler ve ilk soru geldi:

-Afişleri kimlerle astın? Hemen isimlerini söyle!

Demek bir yerlere birileri afiş asmıştı ve polisler bunu bilmiyor, öğrenmek(!) için de bana soruyorlardı. Durumdan haberi olmayan birinin gerçekleştiği söylenen şeyi bileceğimi sanırım Tanrı "e-vahiy" yoluyla kendilerine bildirmişti!

-Gidin afişleri asanlara sorun, ben ne bileyim! dememle elektrik, sopayla vurma ve tazyikli su seansı başladı. Artık dur-durak yoktu. Askıdaki hareketlerim kollarımı yeterince yıpratmış, canımı daha fazla yakmaya başlamıştı. Halsizdim. Bir ara durdular, sonra indirdiler. Kollarımın arasından geçen demir boruyu çıkardıkları zaman ne yapabileceklerini düşünmeye başlayacaktım ki sırtıma o demir boruyu indirdiler. Kelepçemi çözmemişlerdi. Hepsi birden vurmaya başladı. Falakayı getirdiler. Tabanlarım patlayıncaya kadar o demir boruyla vurdular. Ayaklarım tamamen kana bürünmüş, yerde de bir küçük gölcük oluşmuştu.

Kâh ağzımı ve burnumu kapatarak, kâh boynumu sıkarak nefes almamı engelliyorlarken, aynı anda elektrik kablosunu da kulağımda, dudaklarımda ve kafamın çeşitli yerlerinde gezdiriyorlardı. Birinin elinde bir kerpeten görünce az önceki acıların nedenini anlar gibi oldum. Tek tek ayak parmaklarımı sıktıklarını düşünüyordum ki, meğer tırnaklarımı sökmüşler. Su istedim ama kahkahalar eşliğinde dalga geçerek:

-Efendim, burada su kullanılmıyor, viski emreder misiniz? dedi. Gülüştüler.
-Lan sana su sıkarken içseydin ya, dedi diğeri.
-Bu orospu çocuğu bizi gördü, yaşaması tehlikeli olur!
-Evet, evet, diye onayladı bir diğeri, boşuna risk almayalım.
-Madem öyle, biraz daha eğlenelim, diye ekledi işkencecilerin şefi.

Blöf mü, gerçek mi umurumda değildi. Şuurum yerindeydi ama bedenim hiç de yerinde değildi. Bir gözüm şiştiği için tamamen kapanmıştı, göremiyordum ama diğer gözümle birkaç tırnağımı kanlar içinde yatarken gördüm. Tırnaklarımdan biri diğerine dokunuyordu. Sanki yalnız bırakmak istemiyor gibiydi. İstemsiz tüm yaşamım bir sinema şeridine dönüştü. Saniyeler içinde birçok şeyi düşünüp sonlandırıyor, sonra öbürüne geçiyordum. Kollarım sanki doğuştan yoktu. Oynatamadığım gibi hissetmiyordum da.

Öğleye doğru almışlardı ama zaman kavramı durmuştu. Aradan kaç saat geçtiğini bilmeme olanak olmadığından belki gece olabileceğini düşündüm. Biri bardakla su getirdi. Dudaklarıma doğru uzatarak içmemi söyledi. İçmek için bardağa doğru uzanınca işkenceci elindeki bardağı yere bırakıp kırılmasını sağladı. Bardağı benim yüzümden düşürdüğünü söyleyip tekrar işkenceye başladılar.

Ne olduğunu anlayamadım ama kendimi ılık bir sıcaklık içinde hissettim. Gariptir, hiçbir acı hissetmiyordum. İşkence odasındaki AKP’nin ampulüne benzer bir ampulün sarı olan ışığının yavaş yavaş neon mavisine dönmeye başladığını gördüm. İşkenceciler de yoktu, işkence odası da… Belli ki bir rüyadaydım… Tuhaflıklar devam ediyordu. Annemi gördüm, bir yandan başındaki tülbenti bağlamaya çalışırken bir yandan da gülümseyerek bana yaklaşıyordu. Mutlulukla anneme doğru ilerlemeye başladım. Yaşamını uzun yıllar önce kaybettiği bile aklıma gelmemişti. Bir an önce sarılmak, doya doya öpmek istiyordum. Birkaç metre kalmıştı ki annemin yavaş yavaş saydamlaştığını fark ettim.

-Ben ölüyorum, sesimi duyuyor musunuz? 

02 Mayıs 2020
Yorumlayın Paylaşın :)

Paylaşan: verified_user

0 Post a Comment: